BEN UKRAYNA’DAYKEN
Ben Mehmet Keyvanoğlu, Uşak’ın suları adlı kitabımı hazırlarken, yaklaşık 2 yıldır, Uşak’ın köylerini elimde demir asa, ayağımda çarık misali karış karış gezdim. Kalbur alıp dağlarının toprağını eledim. Azıcık değişiklik olsun diye Ukrayna’ya şöyle bir uzandım. Hani kendi tarihimizi tv dizilerinden öğrenmeye başladık ya, ben de Hürrem Sultan’ın memleketine gidip onun soyunu sopunu araştırmaya başladım. İşte benim gözümden Ukrayna, umarım beğenirsiniz.
UKRAYNA TURİZMİNİN YENİ YÜKSELEN YILDIZI-LVİV
LVİV, Ukrayna’nın batısında Polonya sınırına yakın bir şehirdir. Atatürk Hava Limanına 1051 km. uzaklıkta ve 1 saat 45 dakika uçuş mesafesindedir. Türk Hava Yolları şimdilik haftada 3 sefer düzenlerken, özel firmalar her gün buraya en az bir sefer düzenliyorlar. Nüfusu geçen yıla kadar 600 bin civarında olan şehrin nüfusu, ülkenin doğusunda ki savaş nedeniyle birden bir milyon civarına yükselmiş.
Ukraynalılar buraya LVİV derken, Ruslar LVOV diyor.
Bayrağı sarı-mavidir. Sarı renk, verimli tarlalarını, mavi renk gökyüzünü belirtmektedir.
Şehrin geçim kaynağı tarım, hayvancılık ve turizmdir. Şehirde 2 büyük fabrika mevcut, biri bira fabrikası, diğeri tramvay fabrikasıdır. Şu an sadece iç piyasaya tramvay yapan fabrika, önceleri tramvay ihraç ediyormuş. Lviv, şehri tarihi dokusuna sahip çıkarak geçmişini bugüne kadar yaşatmış ve buna özen göstermiştir. Şehir merkezi üç ana bölümden oluşmaktadır. Eski şehir aynen korunmuş ve turizme açılmış, bundan dolayı UNESCO tarafından korumaya alınmıştır. Sovyet Rusya’nın egemen olduğu yıllarda mesken maksatlı yapılan blok binaların olduğu şehrin diğer bölümü, bu bölümde 150-200 dairelik blok binaların olduğu yerleşim bölgeleridir. Üçüncü kısım ise, yeni yerleşim ve yeni binaların yapıldığı bölgelerdir.
Lviv, Rusların olduğu kadar tarihi boyunca Almanların, Polonyalılarında egemenliği altında kalmış. Bunun sonucu diğer şehirlere göre farklı bir Hıristiyan mezhebi olan Katolik mezhebini kabul etmişler, ülkenin diğer yerleri Ortodoks olarak inançlarını devam ettiriyorlarmış.
Koruma altındaki eski şehir bölgesinde bir eviniz varsa veya ev alıyorsanız, evin sadece içinin sahibi oluyorsunuz, evin dış yüzeyi belediyenin ve muhtarlığının kontrolü ve sorumluluğu altındadır. Evinizin dış cephesindeki her türlü sorunu muhtarlık veya Belediyeye bildirmek zorundasınız.
Şehir, UNESCO tarafından korunduğu için, her şeye onlar karar veriyormuş. Eski şehrin tüm yolları taş döşeli, kaldırımlarda öyle. Geçen yıllarda bir yola asfalt dökmüşler anında müdahale ile asfalt kaldırılmış, yine taş döşenmiş. Yine bu bölgede bir tane bile benzin istasyonu ve pompa görmek mümkün değildir.
ŞEHRİN KURULUŞU
Şehir 1256 yılında Kral DANİNO tarafından oğlu adına kurulmuş ve onun adı verilmiştir. LVİV, Aslan anlamına geliyor. Kral DANİNO, buraya bir saray yaptırıyor, surlarla çeviriyor ve etrafına su dolu hendekler kazdırıyor. Günümüzde surların bazı bölümleri görülebilmektedir. Şehrin meydanında ve hava alanı başta olmak üzere birçok yerde Kralın heykellerini görebiliyoruz.
1600’lü yıllarda şehrin hızla büyüdüğünü gören dönemin kralı, hızlı büyümenin önünü kesmek için bir karar çıkarıyor. Yeni yapılacak evlere 3 pencere şartı getiriyor.4 ve üzeri pencereli evler zengin evi sayılıyor ve çok vergi alınıyor.3 pencereli evler bu şehrin sembolü haline geliyor.
Tüm evlerin hepsinin duvarında, tabelalar var. Yaptıranın adı, yapanın adı, yapım ve tamir tarihleri yazılan tabelalarda standart ölçü ve renk kullanılmış. Ev sahibinin özellikleri evlerin girişi veya duvarlarına işlenmiş. Askerse üniformalı, bürokratsa kravatlı bir resmi, tarım ile uğraşıyorsa tarım aleti, esnafsa yaptığı işe göre işaretler veya heykelleri yapılmış.
LVİV şehrinin kuzey-güney istikametinde akan bir nehri varmış. Adı POLTUA olan nehir şehri ikiye bölermiş.1800’lü yıların sonuna doğru dere hem koku yapmaya başlamış, hem de boğulma vakaları olmaya başlayınca nehri ıslah etmek yerine kapatmaya karar vermişler. Kanallar kazarak, suyu künklerle yeraltından şehrin dışına çıkarmışlar.
1900’lü yıllarda Sovyet hâkimiyetinde olan şehirler, başkentten yeraltı treni istemişler. Masraftan kaçan hükümet nüfusu bir milyonun altında olan yerlere yeraltı treni yapılamaz, demiş. Metro isteyen LVİV’E ise, hem nüfusunuz az, hem de yeraltında su kanallarınız var denilmiş ve proje iptal edilmiş. Şu an şehir içinde raylı sistem var. Elektrikli troleybüsler var. Bazıları eski model olan troleybüslerin Vatmanları çoğunlukla kadınlardır.
HÜRREM SULTAN
Asıl adı Aleksandra Anastasia lisowski olan Hürrem, Avrupa’da Roxelanne diye bilinir. Kırım sarayına esir giden Hürrem, orada Kırım Hanı Mehmet Girayın annesinin taktığı isim olan Ruslana adını alacaktır.
1505-1506 yıllarında şu an LVİV bağlı olan Rutenya bölgesinin Rogadin köyünde dünyaya gelmiştir. Bir papazın kızı olduğu söylenen Hürrem’in köyü Lviv şehrine 90 km. kadar uzaklıkta şehrin güneyindedir.
OSMANLI ŞEHİTLİKLERİ
Ukrayna’nın çeşitli bölgelerinde Galiçya (Lehistan)cephelerinde şehit olan askerlerimiz için 7 adet şehitlik yapılmıştır.22-08-1916 yılında bu bölgeye 30.000 Askerle gelen 15.Kolordu tahminen 8 bin şehit vermiştir.
Şehitliklerin 4 tanesi LVİV bölgesindedir.
1-VERHNYA LIPITSYA ŞEHİTLİĞİ-Rogatin ilçesi, Verhnya lıpıtsya köyündedir.
2-LOPUŞNYA ŞEHİTLİĞİ-Rogatin İlçesi, Verhnya lıpıtsya köyündedir.
3-PUKİV ŞEHİTLİĞİ-Rogatin İlçesi, Pukiv köyündedir.
4-ROGATİN ŞEHİTLİĞİ-Rogatin Şehit mezarlığındadır.
Tüm şehitliklerimiz LVİV kent merkezine ortalama 80-90 kilometre uzaklıkta ve güneydedir. Şehitliklerimiz bakımlı ve temizdir.
KÜLTÜR ŞEHRİ LVİV
Kentin yapısını koruyan şehirli, geleneklerine de oldukça sahip çıkıyor. Günlük yaşantıda bile kıyafetleri ile dolaşan ve satış yapmaya çalışanlar genç kızları görebiliyoruz.
Milliyetlerine çok düşkün oldukları da her yerde göze çarpmakta, ibadethaneler in bazıları müze olarak kullanılsa da birçoğu faal olarak hizmete devam etmektedir. Çeşitli mezheplere ve milletlere ait kilise ve katedraller var.
Bunun yanı sıra alkol üretimi ve tüketimi çok fazla, su fiyatına alkol almak mümkün. Gece kulüpleri, barlar çok fazla sayıda. Bir gece kulübünü anlatmadan geçemeyeceğim.
Ülke esaret halinde iken, Ukrayna İsyan ordusu diye bir teşkilat kurulur ve yeraltına inerler. Toplantı yerleri, bir binanın alt katıdır. Duvarlarda o zamana ait haritalar ve talimatlar durmaktadır. Burası şu an gece kulübü olarak hizmet vermektedir. Kapısı kalın ahşaptan yapılmış, üzerinde bir tokmak vardır. Geliyorsunuz, kapıyı tıklatıyorsunuz. Kapıyı iri yarı bir asker kıyafetli adam açıyor, göğsünde bir thomson veya AK 47 silah olan adam soruyor,-kimsin. Adını söylüyorsun. Tekrar soruyor,-Parola ne? Parolayı söylersen giriyorsun. Bilmezsen yabancı olduğunu, turist olduğunuzu belirtmeniz gerekiyor. Eğer Ukraynalı iseniz ve parolayı bilmiyorsanız, içeri girmenin hiçbir yolu yok.-Git, tarihini öğren de gel, diyorlar.-Parola ise standart. -YAŞASIN UKRAYNA.-
GAZ LAMBALARI VE LUKOSEVİÇ
Avusturya asıllı Ukrayna vatandaşı olan kimyager ve eczacı LUKOSEVİÇ, kendi adı verilen sokaktaki evinin alt katını eczane ve kimya hane olarak kullanmış. Petrolün nasıl farklı amaçlarla kullanabileceğini araştırırken 1853 yılında gaz lambasını bulmuştur. Evinin önünde bir masa ve 2 sandalye konulmuş, birine LUKOSEVİÇ’İN mumdan yapılan heykeli oturtulmuş. Masada bir gaz lambası var. Diğer sandalye boş ve arkalığının ön yüzünde kısa bir özgeçmişi ve gaz lambasını ilk bulan kişi olarak buraya yazılmış.2. katın bir penceresinde yine LUKOSEVİÇ elini aşağı doğru uzatmış, gaz lambasını bulduğunu müjdeleyen bir mumdan heykeli var.
KAHVE MADENİ
Bir halk kahramanı gördükleri Taras Bulba’nın askerlerinden hatta komutanlarından olduğu söylenen Yuri Joseph KOLSCHİTZKY iyi bir savaşçı ve çok akıllıdır. Kendilerine KOZAKLAR adını verdikleri dağınık atlı birlikleri vardır. Yuri, Avusturya yakınlarında Osmanlıya esir düşüyor. Yuri’yi Türkler İstanbul’a götürüyorlar. Orada esir yaşıyor ama Türklerin örf, adet ve hatta dillerini, dinlerini iyi öğreniyor. II. Viyana kuşatmasında da orduyla beraber Viyana’ya kadar geliyor. Viyana bozgunundan sonra, her türlü ağırlıklarını bırakan ordu, geri dönerken, Yuri orada kalıyor. Kahve çuvallarını halk deve yemi zannederken, o bunların kahve olduğunu insanlara anlatıyor. Mehteran bölüğünün de tüm çalgı ve aletlerinin müzikle uğraşan kimselere dağıtılmasını sağlıyor. Yuri, orada bir kahvehane açıyor, ağız tadına uygun olması için süt ile karıştırarak satışa başlıyor. İşler iyi gidiyor ve Brezilya, Şili, Kolombiya ve Küba gibi yerlerden kahve getirtmeye başlıyor. Bu ilk kahvenin yapıldığı yer günümüzde Türkçe adıyla, Mavi şişe-Mavi şişenin altındaki ev- olarak hizmet vermeye devam ediyormuş.
Yuri’nin aklı memleketindedir. Lviv’e dönüyor. Gelirken çuvallarla kahve getiriyor. Çok geçmeden de vefat ediyor. Evin bodrumun unutulan kahve çuvalları aradan 250 yıla zaman geçince, artık beton gibi oluyor ve tesadüfen tadilat sırasında ortaya çıkıyor. Bir madende olması gereken her şey getirilerek, kahve yukarı taşınıyor. Aynı sistem hala günümüzde mevcuttur. Kazmalarla kazılan kahve taneleri yukarı ekskavatör ile yukarı taşınıyor. İşyerinin adı kahve madeni olarak devam ediyor. İsteyen çekilmiş kahvesini alıyor, isteyen orada, o otantik atmosferde kahvesini içiyor. Her çeşit fincan, tabak ve kahve ile ilgili ne varsa satışı yapılıyor. Buraya KOLSCHİTZKY’NİN fesli bir heykeli yapılmış. Viyana’da ki kahvede ise, yeniçeri elbisesi ile kahve dağıtırken ki temsili bir heykeli yapılmış. Bizim gördüğümüz çuvalların üzerinde ŞİLİ yazmaktaydı.
SADO MAZOZİŞTLİK
18 yy.da yaşanan olaydan sonra burada gündeme geldiği anlatılır. Kalabalık bir ailede yaşayan 9-10 yaşlarındaki MASOCH soy isimli çocuk dul ve erkek düşkünü olduğunu söylenen teyzesini önce tesadüfen izliyor. Daha sonra takip ederek eve getirdiği erkek arkadaşıyla ne yaptıklarını izliyor. Bu arada cinsel içerikli yayınları okumaya başlıyor. Durumu anlayan babası tarafından çok şiddetli olarak dövülüyor. Çocuğun dayak yemekten zevk aldığını gören baba, çocuğu doktora götürüyor. Doktorlar, böyle bir şey görmemişler. Ve bunun bir hastalık olduğuna karar veriyorlar. Adını koyamadıkları hastalığa çocuğun soyadını veriyorlar. Bugün bu adı taşıyan bir kaffe vardır. Kapısında büyükçe bir anahtar deliği vardır.
ES-SELAM MESCİDİ
Bir cadde üzerinde, pasaj gibi bir yere giriyoruz. Ortada geniş bir avlu var. Tam karşıda 2 katlı eski bir bina var. Alt katı internet kâffedir. Ahşap merdivenlerden yukarı çıkıyoruz. Burada bir salon, içinde abdest almak için bir çeşme var. Küçük bir kütüphane ve yere oturmuş birçok milletten insanlar, oturmuş çay içiyorlar. Dağıstanlıların çoğunluğu dikkat çekiyor. Türkiye’den gelenler, Azeriler, Kırım Tatarları, Kırgızlar ve Ukrayna asıllı Müslümanlar. Dilimizi en güzel Azerbaycanlı SEYMUR konuşuyor. Minare yok, belediye sembolikte olsa, küçük bir minareye izin vermemiş. Kapısı olmayan iç odaya geçiyoruz. Namaz burada kılınıyor.30 kişi ancak sığıyoruz. Minber yok, mihrap yok. Gönüllü İmam Dağıstanlı, Türkçeyi hiç bilmiyor. Cuma namazımızı burada kılıyoruz. Hutbe için ayağa kalkan İmama bir baston sunuluyor, sol eliyle bastona dayanarak hutbeyi okuyor ve bastonu, verene teslim ediyor. Ancak güzel olan 10 yaşlarında 10 kadar çocukta bizimle namaz kılıyor.
İÇME SULARI
Bu şehirde bizde var olduğu gibi bir adetleri yok, hiç olmamış. Ne meydanlarda, ne de köşe başlarında bir tek çeşme yok. Eski yapı çeşme olmadığı gibi yeni yapılmış bir çeşmede yok. Şehir şebeke suyunu da çok içmiyorlar. Petlerle satılan sular tercih sebebi. Ancak satın alırken, aksini söylemedikçe size gazlı su veriyorlar. Hafif maden suyu tadındaki burada en çok tüketilen sudur. Normal suyun fiyatı bize göre biraz yüksek. İçtiğimiz normal sular bile bize göre kaba ve içimi hoş değil.
ARSENAL –HARP VE SİLAH MÜZESİ
Eski sarayın bir bölümü olan büyükçe bir yeri müze haline getirmişler.2 katlı tamamen ahşap olan müzede, fotoğraf ve video çekmek yasak. Özel izin ve ücret ödüyorsunuz. İzin alsanız bile bir Görevli, güvenlikçi sizi takip ediyor. Savaşlarda kullanılmış her çeşit savaş aletini görebilirsiniz. Önce ok ve yay çeşitleri, ahşap ok ve yaylardan, metal ok ve yaylara kadar hatta şövalyelerin kullandığı özel yaylar. Sonra kılıç ve kalkan çeşitleri hançerler. Yürüyoruz, Onlarca çeşit tabancalar, tüfekler. Avuca sığacak tabancadan,2 metrelik namlulu tüfeklere kadar görebiliyoruz. Bu arada zırhlı giysiler, zırhlı kasklar ve zırhlı eldivenler ile çeşitli at koşumları var. Alt katta en başta Osmanlı savaş gereçleri ile ilgili bir reyon var. Sonra top çeşitleri başlıyor. En küçüğünden en büyüğüne toplar ve gülleri.
MASON RESTORAN
Şehrin merkezinde,2 katlı binadır. Alt kat taş döşeli ve küçük dükkanlarda turistik eşyalar satılıyor. Üst kat ahşap ve hem buranın hem Avrupa’nın masonlarının toplantı yaptığı yer imiş. Giriş ve çıkış kapısı farklı. Tahta ve dar bir merdivenden çıkıyoruz. Sağlam ve ağır bir tahta kapı önümüze çıkıyor. Zili basıyoruz, pijamalı bir adam kapıyı açıyor. Ne istediğimizi soruyor.-Yemek için randevulu olduğumuzu söylüyoruz. Bizi içeri buyur ediyor. Girdiğimiz yer restorandın mutfağı, birer kişi ilerliyoruz. Tül perdenin arkası 3-4 bölümden oluşan yaklaşık 200 kişilik bir yemek salonu. Duvarlarda çeşitli haritalar ve dikine kuzine gibi bir şömine ve küçük bir kütüphanesi var. Masonluk üzerine yazılmış, çeşitli dillerden kitaplar var. Burada ilginç bir şeyle karşılaşıyoruz.
Küçük tuvalet için bir oda yapmışlar. Duvar yok, tomarlarla dolarlar var. Tavana ve tabana camın altına koymuşlar dolarları. Çalınmıyor mu bu paralar diyoruz. Bugüne kadar böyle bir teşebbüs hiç olmamış. Büyük tuvalet için diğer odaya giriyorsun, burada da bir Kral tahtı yapmışlar. Tahtta ihtiyacını gideriyorsun. Çıkışı bir başka kapıdan yapıyoruz.
Anlatanlar: Rehberlerimiz Selçuk BÜYÜKKÖK-Murat DİLBER ve Necati ALEMDAR